smart buildingsBu yazıda sizi, etrafımızdaki her şeyi, hatta duygusal halimizi  bile anlayan ve hatalarından öğrenen bir bina inşa etmek isteyen adamla tanıştırıyoruz.

Bir binaya akıllı denmesi için fazla da bir şeye gerek yok. Etrafta insan olmadığında ışıkları söndürüyor olsa bile yeter. Ya da ortam sıcaklığını kontrol eden bir iklimlendirme sistemi işi halledebilir. Ama bu akıllı tabir edilen binalar, Akira Mita’nın “yaşayan binalar” tarifinin yanında tek hücreli canlıların mimari dengi gibi duruyor.  

Mita, bir mühendis, mimar değil. Hem tasarımlarının komplikeliğinde hem de hırsında kendini gösteriyor bu. Sürüler halinde robot algılayıcılar kullanarak, bina içindeki insanları tarayıp, binanın etrafımızdaki her şeyi hatta ruhsal durumumuzun bile algılamasından bahsediyor.

Bu robot sensörler, yaptıkları hatalardan öğreniyor, dijital hormonlarla kendilerini düzenliyor ve yıllar boyunca bilgi depoluyor olacaklar. Öyle ki bu tecrübe kayıtları DNA programı gibi ileriki versiyonlarında ve diğer binalarda kullanılacak.   

 

“Yaşayan organizmalar gelecek nesile hayat verir, virüslere karşı bağışıklık geliştirir” diye örnekliyor Mita, yaptığı işi tanıtan video filminde ve devam ediyor: “Biz de bu tarz biyolojik tepki kabiliyetini binalara kazandırmak fikrindeyiz.”

Mita’nın bina vizyonu kısaca yaşadığımız binanın bizim hakkımıda her şeyi bilmesi gibi bir şey. Hatta bizim bildiğimizden de fazlasını. Şimdiki akıllı binlarda duvarların içine yerleştirilmiş sensörler var. Ancak bu sistemlerin problemi, binaya entegre edildiklerinden kolay ulaşılamaz olmaları. Değiştirilmeleri son derece maliyetli ya da imkansız.

Mita'nın çözümünde ise tekerlekleri olan iphone gibi bir şeyden bahsediliyor. Prototiplerine "e-bio" adı verilmiş ve oldukça büyükler. Bir çift yarasa gibi kulak sayesinde sesin tam olarak nereden geldiğini belirleyebiliyorlar. Aynı zamanda lazer ışını ile tam tur etrafı sürekli inceleyen bir de gözleri var. Bu sayede de etraflarının tam ve üç boyutlu bir görüntüsünü saniyede 10 defa alabiliyorlar.

Telefonlarımız gibi bu mobil ve bağımsız “e-bio” sensörler arıza yapmaları durumunda ya da yeni teknoloji çıktığında kolaylıkla değiştirilebiliyor. 

Mita’nın yaklaşımının getirdiği bir diğer yenilikse tüm sensörleri insanların bizzat kendileriyle değiştirmiş olması. Ev otomasyon sistemlerinde, mesela ayarlanan bir sıcaklık seviyesi tutulmaya çalışılır. Mita’nın robotları ise insanlardan gelecek sinyallere göre bu ayar noktalarını değiştirecek şekilde tasarlanmış. Örneğin, ortam sıcaklığından memnun olmadığımızda rahatsızlığımızı anlatmak üzere vücut dili ya da kelimeleri kullanırız. Böyle bir durumda durumu algılayan robotlar hormonal sinyallerle aralarında konuşarak, tüm robot ağının ayarlarını değiştirecek. Yine sıcaklık örneğine döndüğümüzde, sıcaklığın yanı sıra nem, fanlar ve iklimi etkileyen her şey otomatik kontrol altında olacak ve bu sistemler binada yaşayanlara gözükmeyecek.

Bu robotlardan evimizde ne kadar çok varsa, o kadar akıllı oluyor sistem. Tıpkı bağışıklık sistemimiz gibi. Hücreler tek başlarına çok akıllı olmasalarda bir arada, adaptasyon kabiliyeti son derece yüksek bir sistem oluşturuyorlar. Saldıran mikroplara karşı sistemin her bireyi ayrı bir strateji geliştiriyor, sonra da başarılı olan tüm bağışıklık sistemi içinde kopyalanıyor. Bir başka deyişle sitem öğreniyor.

Bu mantıkla Mita’nın sisteminde de örneğin bina ortamında çalınan müzik, insanların hoşlandığı ya da üretkenliklerini arttıracak tarzda bir müzik olması için sistemin kendini adapte etmesi; odaya biri girdiğinde çalışacak ışıklandırma sisteminin, o kişinin hoşlandığı tarzda bir ışık sistemi olması gibi unsurlar söz konusu.

Mita’nın hedefine ulaşması, yaşayan binalar konusunda ciddi bir adım demek; hatta mimari dünyanın tasarımcıların elinden mühendislere geçmesi anlamına geliyor. Zira söz konusu sensör tekniği, bilginin süreçleri gibi unsurların mimari bir eğitimle ele alınması çok mümkün değil. Binaların tepkisel yapılara dönüşmesi hususndaki fikirlerine ve biyoloji biliminden esinlenileceklere pek de bir sınır getirmiyor Mita. Hatta bu “Binalar kendi DNA’larını ve buna göre bir sonraki binayı da yaparlarsa gayet iyi olur. Ancak bu cidden zor bir konu. Öğrenciler de dahil olmak üzere hepimiz bu araştırma üzerinde adım adım giderken oldukça keyif alıyoruz” diyor.

Adaptasyon: http://www.bbc.com/future/story/20120717-bringing-buildings-to-life/2